tasavvufi açıdan bazı mutasavvıfların konuyla alaklı görüşleri
İslâm kültür ve uygarlık tarihinde, rûya konusuyla en çok ilgilenen tabaka hiç şüphesiz bu yaşantının mensupları olan mutasavvıflardır. Çünkü irfânlı bilginin kaynağı, genel anlamda ilhamdır. Bu da bazen uykuda, bazen uyanıkken, bazen de uykuyla uyanıklık arası denilen yakaza hâlinde meydana gelmektedir.
Yakaza hali, uykuyla uyanıklık arasında bir hâldir. Bu hal üzere görülenler, uyanıkken görülenlerden daha net ve daha kesindir. Uyanıkken görülenler üstünde kişinin kendi varlık gölgesi düşer ki onu gerçeğinden bulanıklaştırır. Cürcanî, bunu şöyle tanımlar: "Hak'tan gelen ve zecrden (yasaktan) neyin kastedildiğini bildiren idrâke, yakaza denir. Nurların tecellîsi nedeniyle, insanın kendine gelişi, gafletten kurtuluşu, uyanma."
Arapça olan yakaza (يقظه) kelimesinin 2 anlamı vardır. 1. anlamı; uyanıklık, 2. anlamı; şuuru ayakta tutan, hafıza ve hassasiyeti azami seviyede tutma halidir. Yani maddî-manevî varlığı (potansiyeli) toplama halidir. Bediüzzaman’a göre bu hâl, ancak sadık rüya hâli, yani ruhu teksif, yani ruhu yoğunlaştırarak “o kesif zulmet” içinde aradığı ‘nur’u bulma kapısı açıyor.
Uyanıklık anlamına gelen yakaza, kimi kişilerin uykuyla uyanıklık arasında ya da doğrudan uyanıkken, rüyây-ı sâdıka türü kimi hadiselere tanık olmasıdır. Bu hale daha çok riyâzet yapan ve nefsini kötülüklerden arındıran kişiler ulaşır. Böyle bir durum, uyumadan gerçekleştiği için rüyadan ayrılır. Bilinen maddî âlemin şartlarından uzak olmasıyla da uyanıklıktan ayrılır. Ruhun yükselerek ulvi makamlara ulaşmasıyla elde edilen bir sonuç olan bu duruma, Hz. Ömer’in cemaat önünde hutbe verirken komutanı Sâriye’ye “Dağa, dağa.” diyerek, harp anında önemli bir taktik vermesi örnek gösterilir. Değerlendirme açısından yakaza, sâdık rüya kapsamındadır. Örneğin uyanık olduğu zamanda bir kişinin Hz. Muhammed gibi kimi büyük zevatı ya da velîleri müşahede etmesi böyledir. Varlığındaki öze ulaşanlar için bu oldukça normaldir. Çünkü bu seviyeyi elde eden Hz. Muhammed'in, uyku halinde bile kalbine gaflet gelmediği müsellemdir. Bu nedenle O'na hakkıyla vâris olanların yakaza halinde, rüyada görülenlere benzer şeyler görmesi normaldir. Çünkü bu hal yakînin neticesidir. Bu durum ise insan-ı kâmil seviyesine ulaşanların, doğrudan ötelere geçiş sağlayabileceğini gösterir.
Peygamberlerin ve veli zatların rüyaları yakazadır. Fakat kimi rüyaların tabiri gerekmektedir. Bunun için de asfiye denilen zatların bu rüyaları tabir etmesi gerekir ki maksat ve mana anlaşılsın. Sekr haliyse, manevi bir sarhoşluk hali olduğundan, bu durumdaki bir velinin söylediği kimi sözler ölçüsüz olabileceğinden tefsir ve tabiri gerekebilir. Bu açıdan sekr halinin tam bir yakaza olmadığı, kimi şeylerin mutlaka tabir ve tefsiri lazım geldiği açıktır. Yakaza ehli, seyr-i sülûk-i ruhânînin hemen her mertebesinde basiret üzere hareket eder ve her davranışıyla: “De ki: İşte benim yolum budur! Ben basiret ve idraklerine seslenerek insanları Allah'a çağırıyorum." (Yûsuf, 12/108) gerçeğini temsil eder. Duyup işittiği her şeyden kendine göre bir nasihat çıkarır. Gördüğü her nesne ve her olayı farklı bir ibret levhası gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufuklarında dolaşır. Sözlerinde hikmet, susmasında ibret, tavırlarında da mehâbet vardır. Karşılaştığı her çehrede Hakk'ı hatırlar ve ürperir, onun sîmâsının müşahedesinde de hep Hak hatırlanır. Göz ve gönlün yakazası, Hakk'ın her ân, her halimizi görmesi, bilmesi ve yaratması bilincini sürekli korumakla, his, idrak, irade ve kalplerimizle O'na yönelerek, ömrümüzü hep O'nun huzurunda bulunma âdâbıyla sürdürmektir.
Sözlükte “uyanıklık” anlamındaki yakaza, Allah’a ulaşmayı, O’nu bilmeyi ve idrak etmeyi tüm varlığıyla arzulayan insan kalbinin Hak tarafından gelen bir uyarıcı, bir tembih, bir ışıltıyla uyanıklık hâline kavuşmasıdır. İnsan böylelikle Allah’tan uzaklığına işaret eden, Allah'la kendisi arasında kalın perdeler geren gaflet uykusundan uyanarak kendisi, çevresi, içinde bulunduğu âlem, dünyada meydana gelen olaylar ve tüm bunların biricik halikı Allah’a dair bir farkındalığa ve ayıklığa kavuşur. Bu farkındalık sayesinde kendisini Allah’tan uzaklaştıran geçmiş günahlarından tövbe eder, pişman olur, gözyaşı döker. Akıtılan gözyaşları insanın ferahlamasına nedeniyet verir. Bu ferahlık kulun Allah’a yakınlaşması için gayretini durmadan artırmasına yol açar.
İrfana ermek ve eşyanın gerçeklerine dair bilgi sahibi olmak oldukça çileli bir yolculuktur. Yolculuğun başlangıcında yolcu öncelikle manevi bir farkındalık ve uyanış hâlindedir. Mutasavvıflarda bu agâhlık “yakaza” terimiyle karşılanmıştır. Yakaza gaflet teriminin zıddıdır ve gafletten uyanma hâlinde görülen ilk ürpertidir.
Rüya, ikidir. Gaflet ehlinin rüyası ve ariflerin rüyası. Gaflet ehlinin rüyası gündüz gördüğün etkisindendir. Rüyalarında bundan başkasını görmezler. İster manevi kasıtlardan olsun ister her ne kasıttan olursa olsun, Onların rüyalarına giren ancak suretlerdir. Rüya görenin hayalini ancak his âleminde olan şey doldurur, ondan başkası değil. Gaflet ehli nasıl ki gözünü kapatır nefsinden geçerek görür, ariflerse rüyasını histen geçerek görür. Onların uyumaya ihtiyacı yoktur. O rüyayı yasarken görür. Bu yüzden ona yakaza denilir. Onun için Muhammedi olan ve onun varislerinin ilmiyle Yusuf’un durumu arasında fark vardır.
İbrahim Hakkı da rüyayı yalancı rüya ve gerçek rüya şeklinde 2 grupta değerlendirir. Gerçek rüyayı kendi içinde, gerçek rüya ve uyanıklık halindeki rüya (yakaza) olarak ikiye ayırır. Mârifetnâme’de ruhların mânâ, melekût, arş, kürs, semâ (7 kat gök) ve mülk âlemlerini (kavs-ı nüzûl) geçtikten sonra rüya aracılığıyla bu âlemleri zaman zaman tekrar ziyaret edebildiklerini anlatır.
Yakaza halinin yaşandığı yer, misâller âlemidir. Vehim kuvvetinin müdahalesi çok olur.Ulemanın çoğunluğu mi’racın da yakaza halinde ruh ve cesetle birlikte gerçekleştiğini söylemektedir. Delil olarak İsrâ âyeti ve Mi’rac hadisini zikredip şöyle diyorlar: “Nassların, aklen bir imkansızlık söz konusu olmadığı sürece, zahirî üzerine bırakılması vaciptir”
Yakazanın hatalarından bazıları şunlardır; Yakaza da tam uyku olmadığı için akıl ve hayal çok rol oynar. Görenin hali saf olmamıştır fakat gördüğünü safiyet sanır ve aldanır. Sürekli suya bakanın hayali suyla dolar da o gözünü yumunca hep su görür. Bu hayaldir ve hayal zuhuratta rol oynar. Kendisinin velilerle arasının hep iyi olduğunu düşünen kişi hayal yoluyla velilerin kendisine iltifatlar ettiğini görür durur. Hayal, bu görüntüleri film şeridi gibi oynatır durur. Bu hallerin gerçek olanı da vardır elbette ancak bunlar Mürşidinin terbiyesine hakkıyla teslim olup usul ve erkâna uyanlarda görünür.
İnsanları genelde küçük yaşlarda kandırıp ele geçiren CİNLER, ya İSLÂM’ı kullanarak bu işi gerçekleştirirler; ya İslâm dışı yolları empoze ederek!.. Kişiyi ele geçirmeleri genelde şu 2 yoldan biriyledir: Eline kalem almış kişiye kendi iradesi dışında yazı yazdırarak… Veya geçmişte yaşamış din büyüklerinin kisvesine bürünmek suretiyle rüya ya da yakaza halinde görünerek!..
Şeyh Muhammed el-Mağribî Rasûlüllâh’ın yakaza halinde görülmesi konusunda şunları söylemiştir: “Kim Rasûlüllâh’ı, sahâbenin onu gördüğü gibi gördüğünü iddia ederse o yalancıdır. Fakat kalp gözüyle sanki yakaza halindeymiş gibi görmesi mümkündür”
Kaynaklar
Toshiko İzutsu, " İbn Arabi'nin Füsûs'undaki Anahtar Kavramlar"
Şihabuddin Sühreverdi, " Avarif-ül Me´arif"
İbrahim Hakkı, Marifetname,
Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, " TASAVVUF TERİMLERİ VE DEYİMLERİ SÖZLÜĞÜ"
" Tasavvufta Yakaza Hâli", Diyanet (aylık dergi), Ağustos 2013,
aynı zamanda akrabam olan soyundan geldiğim, şeyh abdullatif harputi hz leri " YENİ KELAM İLMİ DÜŞÜNCESİNİN İNŞÂSI VE ABDULLATİF HARPUTÎ’NİN ROLÜ"