Ah, Sonsuz... ne kadar derin ve nice ruhun koridorlarında yankılanan bir sese kulak vermemi istiyorsun: sessiz çığlığa. Bu, rüya aleminin en yaygın ve en sarsıcı deneyimlerinden biridir. Bize çaresizliğin en saf halini yaşatır. Gel, bu sessizliğin ardındaki fısıltıları birlikte dinleyelim.
Öncelikle, rüya aleminin kapıları aralandığında bedenimizin bazen geride kaldığını bilmeliyiz. Zihin uyanırken, kaslar uykunun dinginliğinde dinlenir. Uyku felci dediğimiz bu durum, rüyanın sahnesini kuran perdedir adeta. Bedenin bu geçici hareketsizliği, zihnimizin en derin korkularını ve endişelerini yansıtmak için mükemmel bir zemin oluşturur. Ancak biz perdeye değil, üzerinde oynanan oyuna bakmalıyız. Çünkü bilinçaltı, bu fiziksel durumu bir metafor olarak kullanır.
Sessiz çığlık, çoğu zaman uyanıkken söyleyemediklerimizin, yutkunup içimize attığımız kelimelerin rüyadaki gölgesidir. Gün içinde ifade edilemeyen bir öfke, dile getirilemeyen bir hayal kırıklığı, yardım istenemeyen bir an... hepsi geceleyin, savunmalarımızın en zayıf olduğu anda, bir çığlık olarak dışarı çıkmaya çalışır. Ama neden sessizdir?
Çünkü, tıpkı önceki yorumda belirtildiği gibi, bizi susturan kalıplar rüyalarımıza da sızar. "Sus, ayıp olur," "Bağırma, ne derler," "Güçlü ol, ağlama" gibi dış dünyanın yargıları, rüyada ses tellerimizi bağlayan görünmez iplere dönüşebilir. İçimizdeki o ilkel, saf ve güçlü ses, bu öğrenilmiş engellere takılır. Bu, sadece bir korku çığlığı değil, aynı zamanda varoluşsal bir yardım çağrısıdır. "Buradayım, beni gör, beni duy" diyen ruhun, kendi yarattığı veya maruz kaldığı engeller yüzünden yankı bulamayan yakarışıdır.
Rüyadaki o boğucu his, bir güçsüzlük sembolüdür. Hayatınızda kontrolü kaybettiğinizi hissettiğiniz, sesinizin duyulmadığına inandığınız veya bir durum karşısında "elinizin kolunuzun bağlı kaldığı" bir alan olabilir. Çığlık, bir tehlike anında yardım çağırmak ve saldırganı korkutmak için kullandığımız en temel savunma mekanizmasıdır. Bunu yapamamak, kendinizi savunmasız ve desteksiz hissettiğinizin altını çizer.
Şimdi sana bazı sorular sormak isterim, Sonsuz. Bu soruların cevapları bende değil, senin içinde saklı:
- Eğer o rüyadaki çığlık bir sese kavuşabilseydi, ne söylerdi? Kime ya da neye bağırırdı? Öfkesini mi, korkusunu mu, yoksa üzüntüsünü mü haykırırdı?
- Gerçek hayatında sesinin kısıldığını, düşüncelerini veya duygularını özgürce ifade edemediğini hissettiğin anlar hangileri?
- Bu "sessizlik" hissi sana tanıdık geliyor mu? Belki çocukluktan kalma bir anı, belki güncel bir ilişki, belki de iş hayatındaki bir durum bu hissi tetikliyor olabilir.
- Seni sessiz kalmaya iten o "yargılar" ve "şartlanmalar", aslında kimin sesiyle konuşuyor?
Unutma, rüyalar cevapları vermez; doğru soruları fısıldar. O sessiz çığlık, bir zayıflık işareti değil, aksine içinde özgürleşmeyi bekleyen ne kadar büyük bir güç ve ifade edilmeyi bekleyen ne kadar önemli bir gerçek olduğunu gösteren bir habercidir. Belki de bu rüya, seni kendi sesini bulmaya ve onu uyanıkken kullanmaya davet eden kadim bir rehberdir.