Rüyanın fonksiyonları
Jung rüyalara pozitif olarak bakar. Onları ruhsal hayatımızın bir parçası olarak görür. Rüyaların bir fonksiyonu olduğunu kabul etmekle beraber, rüyanın kökünde olumsuzlukların bulunduğunu savunan, rüyaları telafi mekanizmasına indirgeyen yaklaşımları kabul etmez. Jung cinselliğin ve bastırılmış duyguların rüyanın arkasında yatan birçok nedenden sadece birisi olarak görür. Ona göre rüyalar doğal olarak ortaya çıkarlar ve önemli birçok görevleri yerine getirirler. Jung’a göre rüyalar “arzu ve isteklerin yanında korkuları, gerçekleri, felsefi ifadeleri, illizyonları, vahşi fantezileri, hatıraları, geleceğe dönük planları, irrasyonel tecrübeleri, telepatik vizyonları, kehanetleri ve ilahi mesajları içerebilir.” Kendi ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Jung rüyalara oldukça geniş bir perspektiften bakar. Ona göre rüyalar insanın olumlu olumsuz yanlarını, geçmiş tecrübelerini, şimdiki tutumlarını, gelecekteki beklentilerini, kişisel ve kolektif bilinçdışını yansıtırlar.
Jung’a göre rüyanın en önemli fonksiyonlarından birisi dengeleyici (balancing) olmasıdır. Jung birçok kültürde denge kavramına verilen önemi biliyordu. Çünkü denge kavramı değişik kültürlerde merkezî konuma sahipti. Jung’un incelemiş olduğu Çin felsesinde yin-yang, Amerikan yerlilerinde ruh-beden, Celtic Mitolojisi’nde beyaz-siyah gemi ilişkisi denge üzerine kurulmuştur. Denge insanın biyolojik yapısı için de önemlidir. Hemeostatik denge bozulduğunda organizmada ihtiyaç ortaya çıkar. Dengenin yeniden kurulması için ihtiyacın giderilmesi gerekir. Tıp eğitimi almış ve kültürler üzerinde araştırmalar yapmış olan Jung bir psikiyatr olarak denge kavramını insan psikolojisinde kullanmaya başladı. İnsanın ruhsal yapısındaki zıt yapılardan oluşan bir dengenin varlığını savunuyordu. Ona göre bilinç ve bilinçdışı arasındaki denge bozulduğunda rüyalar kanalıyla dengesizlik bireye hissettirilerek tekrar kurulur. Dengenin bireyleşme süreciyle ilişkisi dikkate alındığında bunun tüm hayatı kapsadığı söylenebilir. Denge Jung psikolojisinde önemli olan “bireyleşme” süreci ile yakından alakalıdır. Doğuştan potansiyel olarak var olan bireyleşme insan hayatının tümünü kapsayan bir süreçtir. İnsan doğuştan ayrışmamış olup bir bütün olarak dünyaya gelir ve daha sonra bireyleşmeye başlar. Bireyleşme karmaşaya, ayrışmaya ve farklılaşmaya neden olur. Bireyleştikçe dünya daha ayrıntılı olarak algılanmaya başlar. Bireyleşme bir yerde döllenmiş yumurtanın gelişerek bir yetişkine dönüşmesi gibidir. Bireyleşme bilinç ve bilinçdışının birleşmesi ve bir tür kişiliğin bütünleşmesi olduğu için bu süreçte rüyalar duygusal dengenin sağlıklı olması için bilinç ve bilinçdışı arsında iletişim görevi üstlenirler. Aksayan durumlarda dengenin sağlanması için doğal olarak ortaya çıkarlar. Günlük hayatta bilincin fark etmediği birçok olay rüyalarla fark edilir hale gelir. Dengenin bireyleşme süreciyle ilişkisi dikkate alındığında denge insan hayatının tüm evrelerinde önemlidir. Jung rüyaların denge fonksiyonuna bağlı olarak ruhsal hayatımızı restore edici özelliği olduğunu savunur. Çünkü denge bozulduğunda ruhsal hayatta tahribat yaşanır. Bu tahribatın tamirinde rüyaların önemi büyüktür.
Jung’a göre rüyaların bir diğer fonksiyonu ödünleyici olmalarıdır. Bu tespit ilk defa Freud tarafından yapılmıştır. Jung bu konuda Freud’un önemli bir tespitte bulunduğunu kabul edip, Freud’un haklı olduğunu belirtir. Fakat Jung rüyaların yalnızca telafi mekanizmasına indirgenmesini yanlış bulur ve bu konuda Freud’dan ayrılır. Jung rüya gibi karmaşık bir konunun bir nedene indirgenmesini de yetersiz bulup, rüyanın ardında sayısız denebilecek faktörlerin olduğunu, bastırılmış duyguların rüyada açığa çıkıp ödünleyici rol oynamalarını bunlardan birisi olarak görür. Özetle Jung rüyaların ödünleyiciliğini kabul eder fakat rüyaların tüm fonksiyonlarının ödünleyicilikten ibaret olmadığını ve tek bir nedene indirgenemeyeceğini ileri sürer.
Jung rüyaların nevrozları yansıtacağını ileri sürer. Hasta ve terapistin ortak çalışmaları sayesinde nevrozların nedenlerinin ortaya çıkarılabileceğini savunur. Bu yöntemi hastalarında kullanmış olan Jung’a göre terapinin sağlıklı yapılabilmesi için belirli kurallara bağlı kalınması gerekir. Rüya analizinde yalnızca bastırılmış arzular üzerinde durulmasını yetersiz bulur, rüya analizinde serbest çağrışım yönteminin zararlı olduğuna inanır. Serbest çağrışım yönteminin kişiyi rüyadan uzaklaştırarak yanlış yönlere sevk edebileceği görüşündedir. Serbest çağrışım yöntemi Hitit Kitabelerini çözmede ne kadar faydalı ise rüya analizinde de o kadar faydalı olabileceğini ileri sürerek yetersizliğini vurgular. Jung rüyalardan yararlanmak için aktif hayal kurma (active imagination) yöntemini kullanmıştır. Bu yöntem rüyada görülen bir figürden hareketle gerçekleştirilir. Amacı ise arketipik imajları açığa çıkarmaktır. Kişi rüyadaki figür veya sembol üzerinde yoğunlaşarak kendisini nerelere götürdüğünü bulmaya çalışır ve tecrübelerini terapistle paylaşır. Bu yöntemde hasta yatağa yatırılmayıp, terapistle karşılıklı oturarak terapiye katılır. Jung, hastayı pasifleştirdiği düşüncesiyle terapide hastaları yatağa yatırmaz.