Dayımların eski evinden, yayladan şehirdeki evlerine geliyormuşum kır renkli bir atın üzerinde. Lakin bu şehirdeki evi esasen şimdiki evimin olduğu yer olarak gördüğümü söylesem yalan olmaz tabii ki.
O yayladaki evden şehirdeki eve gelirken bir mezarlık vardır. O mezarlığın yanına gelince attan semeriyle beraber düştüm. Şöyle diyeyim; semer attın arkasına doğru kaydı gitti, ben de o semerle beraber yadım tabii ki, yerde semerin üzerinde oturdum kaldım öylece şaşırarak. Bu arada at dört nala koşar gibi kaçtı gitti.
Karşımdan yürüyerek gelen insanlar varmış, ben bağırıyorum: "Atı tutuverin, atı çeviriverin!". O insanlar kıllarını bile kıpırdatmadılar. At gözden kaybolunca babaannemle beraber atı aramaya başladık. Öyle yerlerden geçerek aradık ki; çitlerin arasındaki küçücük boşluklardan geçtik, dik yamaçların olduğu yerlerden geçtik. Oralardaki evler eski köy evleri gibiydi. Atın önüne dolaşmak için o zorlu yerlerden geçtik tabii.
Bir yaşlı adam o evlerin birinden (tanıdığım biri tabii) çıktı. O adama "Benim at var mı buralarda?" diye sorarken ilerdeki çınar ağacının dibinde bir köpek, bir keçi ve o at yerde yatıyorlar. Atı yavaşça gideyim yanına da tutayım diye düşünüp atın yanına yaklaşırken at tekrar benden kaçtı. "Tutun, tutun!" diye bağırıyorum. O at o çıkan yaşlı adamın kapısından içeriye kafasını soktu. Bir anda atın kafasını inek kafası gibi boynuzları var bir şekilde gördüm. Kim olduğunu şimdi hatırlayamadığım biri atın boynuzlarından tuttu ve yanıma çeke çeke getirdi. Ben de atın yularından tutup atı götürüyordum ki uyanıverdim.