İranlılara Ait Anlatılar:
İran mitolojisine baktığımızda, yine pek çok kahramanın, gördükleri rüyaların yorumlarına göre hareket ettikleri ve olay örgülerinin de bu rüya yorumlarıyla örtüşerek geliştiği görülür.
İran mitolojisinin en önemli yapıtı olan Şehname, bu konuda değerli bir kaynaktır. Şehname’de motif sayılabilecek pek çok rüya vardır. Şehnâme, rüyaların işlevselliği bakımından çok zengin bir eserdir. Bu rüyaların hepsini burada zikretmek yerine, konuya en uygun olduğunu düşündüğümüz rüyalardan üç tane örnek vereceğiz. Bu rüyalardan ilki Dahhak’ın gördüğü rüyadır:
Günün birinde, Dahhak ilginç bir rüya görür. Rüyada altın ve gümüş kemerler kuşanmış bir kişi, elinde gürzüyle Dahhak’ın üzerine yürümüş, onu bağlamış ve Demâvend’e götürmüştür.
Uykudan dehşetle uyanan Dahhak’ın, korkusundan adeta ciğeri parçalanır. Hemen ülkedeki mûbitlere (rüya yorumlayıcılara) haber verirler. Bütün mûbitler, rüyanın dehşetinin farkındadırlar ve yorumunu söylemeye cesaret edemezler. Dahhak’ın ısrarı karşısında Zîrek adında bir mûbit, cesaretini toplayarak rüyayı yorumlamaya başlar: Yakın bir zamanda doğacak Feridun adında bir çocuk, onun tacını ve tahtını alacak ve onu öldürecektir.
Dahhak, bu yorum üzerine yıllarca Feridun’u arar; ama bulamaz. Feridun büyüyüp güçlü bir delikanlı olunca rüya yorumunda olduğu gibi Dahhak’ı Demavend Dağı’na götürür ve büyük çivilerle kafasından çaktırır.(Firdevsi 1994: 104-160)
Dahhak’ın gördüğü rüya, onun gelecekte yaşayacağı olayları ortaya koyar niteliktedir. Bu rüya, aynı zamanda Dahhak’a gereken tedbirleri alması hususunda bir uyarıdır. Gerçekten de Dahhak, rüyaya ve rüyanın yorumuna önem vermiş, elinden gelen tüm tedbirleri almaya çalışmıştır. Ancak, aldığı tüm tedbirler, başvurduğu bütün yollar onu rüyada işaret edilen hazin sondan kurtaramamıştır.
Şehnâme’de konumuzla ilgili olarak dikkat çeken rüyalardan birisi de Sâm’ın gördüğü rüyadır: Minuçehr’in pehlivanlarından Sâm, hiç çocuğu olmadığı için çok üzgündür. Bir çocuğu olması için gece gündüz Tanrı’ya yalvarmakta, ondan bir oğlan dilemektedir. Bu nedenle de açları doyurur, fakirleri giydirir, garibanlara karşı her zaman cömert davranmaya çalışır. Sonunda duaları kabul olur ve bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Fakat, çocuğun saçlarının bembeyaz olması herkesi şaşırtır. Sâm’ın yakınları, çocuğu ona göstermek istemezler. Sonunda, çocuğa dadı olarak tutulan kadın, Sâm’ın yanına gider. Ona yüzü ay gibi parlak, şirin mi şirin bir oğlunun dünyaya geldiğini; ancak çocuğun saçlarının beyaz olduğunu söyleyerek çocuğu gösterir. Sâm çocuğu görünce Tanrı’nın hikmetsiz bir iş yapmayacağını; bunun, işlediği günahların bir karşılığı olabileceğini düşünür. Bunun acısına katlanabileceğim ancak insanların dedikodusunu önlemeye gücünün yetmeyeceğini söyler. Halkın, babasına benzemeyen bir çocuk hakkında olumsuz düşünceler taşıyabilir endişesi onu ürkütür. Sâm’ın ve yakınlarının yüreklerine taş basmaları ve bir çare düşünmeleri gerekmektedir. Sonunda çocuğu Elburz Dağı’na bırakmanın uygun olacağını düşünerek, gizlice, çocuğu Elburz Dağı’na götürürler.
Elburz Dağı, göğe yakın, şehirden uzak bir dağdır. Bu dağda Sîmurg denilen bir kuş yaşar. Sîmurg, yavrularına yiyecek bulmak için dolaşırken, kundak içerisinde bir bebek görür. Bebek, açlıktan parmağını emmekte, gözlerini göğe dikmiş bir şekilde ağlamaktadır. Sîmurg, bebeği pençeleri arasına alır ve yavrularına yedirmek üzere yuvasına getirir. Fakat, gönlüne Tanrı tarafından bir şefkat düşer. Onu yavrusu gibi sevmeye ve beslemeye başlar. Zamanla Sîmurg’un Destan diye çağırdığı çocuk büyür, genç bir yiğit olur. Elburz’un etrafından geçen kafileler, Elburz Dağı’nda bir gencin yaşadığını gittikleri her yerde anlatırlar. Bu haber, herkes gibi Sâm’a da ulaşmış, yaralı yüreğinde büyük bir coşku meydana getirmiştir.
Sam, bir gece rüyasında Hindistanlı olduğunu söyleyen bir pîr görür. Pîr, ona, çocuğun Sîmurg tarafından beslenip büyütüldüğünü, bir an önce gidip oğlunu bulmasını ve adını Zâl koymasını öğütlemiştir. Sâm, bu rüya üzerine Elburz Dağı’na gider ve oğlunu alarak ülkesine döner(Şerifi 1999 : 285-300).
Bu rüyada, diğer pek çok rüyadan farklı olarak kahramana geçmiş hakkında bilgiler de verilir. Olayın kahramanı Sam, oğlunun akıbeti hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildir. Hatta yaşayıp yaşamadığını bile bilmemektedir. Rüyasında gördüğü pîr, çocuğun geçmişte başına neler geldiğini tek tek anlatır ve ona sahip çıkmasını öğütler. Kahraman rüyada söylenenlere itibar ederek çocuğunu aramaya gider ve ona kavuşur.
Şehnâme’den vereceğimiz son örnek, İskender’in gördüğü rüyadır. Bu rüya Oğuz Kağanın vezirinin gördüğü rüyaya çok benzemektedir. İskender, rüyasında gökten gelen bir kılıç görür. Kılıç getiren melek, bu kılıcın Allah tarafından gönderildiğini, bu vesileyle heft-iklimin (yedi iklimin) kendisine teslim edildiğini bildirmiştir. Uykudan uyanan İskender’in bundan sonra bir amacı vardır: Dünyanın tek padişahı olmak… Bu düşünceyle Dârâ’ya mektup göndererek kendisine bağlı olmasını ister. Dârâ’nın bu öneriye şiddetle tepki göstermesi üzerine, iki taraf ordusunu toplar ve çetin bir savaş başlar. Dârâ’nın adamları kendi padişahlarını yaralarlar. Dârâ bu yaraların acısına daha fazla dayanamaz ve ölür.
Savaşı kazanan İskender, İran tahtını alır ve Dârâ’nın kızı Rûşenek ile evlenir; İran’daki bütün ateşhaneleri (Zerdüşt ateşini) yıkar. Daha sonra yeryüzünü dolaşır ve çeşitli savaşlardan sonra yeryüzünün hakimi olur (Şerifi 1999: 1282-1490)
Hemen her padişahta az veya çok, önce ülkesine, daha sonra yaşadığı bölgeye, en sonunda da dünyaya hükmetme arzusu vardır. İskender de bu arzusunu gerçekleştirme yolunda kutsal bir dayanak olarak rüyasını göstermiştir. Rüyasında, ona Allah tarafından gönderilen melek bunun müjdesini vermiştir.